Eskişehir "Palto"yla Isınıyor...

“Yalnızlık soğuktan daha soğuktur.”
Bomboş ve karanlık bir sokakta ilerlemektir yalnızlık; ilerlemek ama yolun sonuna hiç varamamak… Küçük insanlar kendilerine yarattıkları dünyada yalnızdırlar. Yalnızlık küçük insanların mahkumiyetidir. Kendilerine ütopik gibi görünen üst dünyada varlığını devam ettirmek zorunda olmak onlar için ceza gibidir. Çünkü sınıflı toplum yapısında piramidin en altında bulunanlar üstündekileri taşımak durumundadır. Bu yük onları ezer, bükülürler, küçülürler, küçülürler… Sonunda beli bükülmüş, bitkin, korkak, yalnız ve elde ettiği sadece koca bir hiç olan birine dönüşürler.

Eskişehir Şehir Tiyatroları'nın geçtiğimiz yıllardan birinde oynadığı harika oyunlardan biriydi bu.  Gogol’un “Palto” su. Yönetmenliğini Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçılarından Erdal Küçükkömürcü’nün yaptığı oyun Eskişehir halkından büyük ilgi gördü. Yönetmen yardımcılığını Eskişehir Şehir Tiyatrosu sanatçısı Nagihan Orhan’ın yaptığı oyunda sahneyi dolduran isimler ise şöyle: Özlem Akdoğan, Basri Albayrak, Ali Eyidoğan, Emir M. İzci, Hakkı Kuş, Burcu Tutkun Oruç, Serkan Sezgin, Umut Bazlama, Hıdır Akaya, Gamze Demirer, Serhat Yeşil, Uğur Eryılmaz ve Tulga Serim.

“Palto” oyunundaki Akakiy Akakiyeviç, mutluluğu birlikte çalıştığı kağıt yığınları içerisinde arayan, fakir, yalnız, 9. dereceden bir devlet memurudur. Çalıştığı yerdeki müdürü ve iş arkadaşları onu ezmekte ve onun bu haliyle sürekli eğlenmektedirler. Çünkü onlar rütbe olarak daha üstündürler ve onun halini anlayabilmek gibi bir çaba içerisinde asla bulunmazlar. Akakiy’in tek dostu, sürekli eski paltosunu tamir etmesi için götürdüğü terzisidir. Terzisinin ona yeni bir palto dikmeyi önermesiyle Akakiy’in dünyası değişir. Sanki o yılgın, bitkin, küçük adam gitmiş; dünyanın tüm mutluluklarına erişmiş ve hiçbir sıkıntısı olmayan biri gelmiştir. Ancak bu mutluluk kısa sürer, bir gece yarısı paltosunu çaldırmasıyla dünyası başına yıkılır. Paltosunu bulmak için harcadığı çabaların boşa olduğunu fark ettiği an hastalanıp ölür. O an, başvurduğu makamlardan birinde görevli olan bakanın onu aşağılamasıyla şekillenir. Akakiy, öldükten sonra hayalet olarak geri dönüp kendisine acı çektirenlerden paltolarını çalarak intikamını alır. En son Bakanın paltosunu çaldığında huzura erer ve ortalıklardan kaybolur.

Dünya diyalektik bir çarkın içinde dönmektedir: iyiler de vardır kötüler de. Bunu sağlamak insanoğlunun kendi elindedir, dünyayı değiştiren yine insandır çünkü. “Bir insana böyle davranılmaz ki!” diye geçer oyunda. Neden bencil olmaktan vazgeçemiyoruz? Neden biraz olsun durup da etrafımızda olan biteni algılama zahmetinde bulunmuyoruz ve kolaya kaçıyoruz? Bu soruları sorar bize Gogol ve dünya gerçekliğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Tarzının gerçekçiliği yanında önemli özelliklerinden biri de alaycı ve eleştirel bir dil kullanmasıdır. Çünkü öykü 19. yüzyılda geçmektedir, yani Çarlık Rusya’sına ve baskıcı rejime karşı bir eleştiri vardır. Oyunda Bakanın çevresince bilinen bir deyişi vardır: sertlik. Çalışanlarına kötü davranır, çevresinde sert mizaçlı biri olarak tanınır ve Akakiy’e de makamına geldiğinde aynı şekilde tepki verir. Bu durum, Çarlık Rusya’sını betimleyebilmek adına oyunda verilmiş örneklerden biridir. Halk her şeyin farkında olmasına rağmen baskıcı rejimden korkar ve susar. Bu yüzden dışlanır, ezilir, aç kalır. Yok olduklarında dahi sanki hiç var olmamışlar gibi kurulan bu dünya düzeni işlemeye devam eder; halkanın içinde varla yok arasında kalan diğer küçük insanları da altına alarak…

Oyundaki dekor ve kostümlerin 19. yüzyıl Rusya’sını anlatması açısından başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden sanatının 50. yılını kutlayan Osman Şengezer’i başarısından dolayı tebrik etmek gerekir. Işık tasarımını yapan Ersen Tunççekiç’i de ayrıca takdir etmeli. İçinde bulunulan buhranlığı ve sağladığı loş ortamı ve Akakiy Akakiyeviç’in ölümünden sonra ulaştığı aydınlığı oldukça çarpıcı bir şekilde yansıtmayı başarmıştır. Ayrıca oyunda canlı müziğin kullanılması da son derece etkileyici...

Oyuncuların oyunun trajik havasını oldukça başarılı bir şekilde yansıttıklarını söyleyebilirim. Özellikle Akakiy Akakiyeviç’i oynayan Hakkı Kuş’u performansından dolayı tebrik etmek gerekir. Gerek bedeniyle, gerek tonlamaları ve vurgularıyla yarattığı karakterin içine girdiğini göstermiş; sesi çıkmayan halkın ezilmişliğini, korkaklığını, güçsüzlüğünü ve “kendine ait” yeni bir eşyası olduğu sırada yaşadığı o buruk mutluluğu başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Oyunun sonunda ise önceki karakterden tamamen sıyrılarak başı dik bir şekilde halkın çığlığı olmuş ve büyük bir başarı sergilemiştir. Emir M. İzci’nin Akakiy’in müdürünü oynadığı karakter ise alt kademedeki memurların üstünden geçinen, cimri, merhamet yoksulu, düşüncesiz yani tam da içinde yaşanılan dünyanın küçük bir simgesidir ve İzci, bu karakteri başarıyla sergilemiştir. Basri Albayrak’ın da çalkantılı ve buhran dolu bir dönem içinde her şeye rağmen iyi insan olmaya çabalayan devlet memurunu ve çevresinde olup bitenlerin hiçbir şekilde umurunda olmadığı, tek derdinin istifasını vermekle birlikte görevi bırakıp kendi dünyasına dönmek olduğunu vurgulayan üst kademe bir müdürü başarılı bir şekilde canlandırdığını söyleyebilirim. Yine Akakiy’in çalıştığı dairedeki memurlardan birini oynayan Özlem Akdoğan’ı da tebrik etmek gerekir, çünkü kendisi bir erkek rolü üstlenmiş ve bunu başarıyla canlandırmıştır. Aynı şekilde Akakiy’in terzisini oynayan Ali Eyidoğan’ı da farklı karakterlere bürünebilmekteki ustalığından dolayı tebrik etmek gerekir. Öyle ki o, sıradan bir insandır ve her insan gibi sorunları da vardır. Tek gözü yoktur mesela… Ali Eyidoğan, doğasındaki bu hırçınlığı özellikle ses tonuyla oldukça başarılı bir şekilde yansıtarak bize tatlı sert bir terzi yaratmış, rolündeki ustalıkla sahneyi doldurmayı başarmıştır. Terzinin karısını da unutmamak gerekir: Burcu Tutkun. Kendisi yalnızca tek bir sahnede görülürken, oyun sonuna kadar varlığını, arkadan duyduğumuz kahkahalarla hissettirmiş ancak oyun sonunda hatırlanan birkaç isimden biri olmayı başarmıştır. Akakiy’in ruhen ve bedenen çökmesine neden olan emniyet müdürünü başarıyla canlandıran Serkan Sezgin’i ve o “mühim adam”ı, onun sert mizacını ve baskısını dillendiren Tulga Serim’i ustalıklarından dolayı kutlamak gerekir. Akakiy’i sona götüren karakterler olarak öne çıkmayı başarmışlardır. Açıkçası kurguyla bütünleşmiş olan usta oyunculukları izlerken ruhum doydu desem yanlış olmaz.

Herkes içinde yaşadığı dünyada olan biten her şeyin farkında ancak, cesaret edip konuşan yok. Hepimiz susmuyor muyuz aslında ya da büyüyen dünyanın karşısında gittikçe küçülmüyor muyuz? Soyutlanıyoruz ve öze, özümüzden sıyrılarak ulaşmaya çalışıyoruz. Çünkü yalnızlık yok olmaktır, biriktirdiklerinle birlikte…

“Sizi biliyorum, hepinizi çok iyi tanıyorum.”


Ayşegül Ciner

(Tiyatro... Tiyatro... Dergisi)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Geleceğin Kadın Liderleri"

Plautus'un “Amphitryon” Adlı Eseri İle Molière ve Heinrich Von Kleist Uyarlamalarında Metinlerarasılık

Yalnız Değilsin!